SÂMÂNÎLER BAŞKENTİ BUHÂRÂ
Muhriddin Mamadaminov* (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi)[1]
Öz
Mâverâünnehir bölgesinde yer alan Buhârâ şehri IX. asırda Sâmânîler döneminde Orta Çağ İslam dünyasında bir cazibe merkezi olmuştur. Sâmânîler zamanında Buhârâ şehir tarihinin en parlak devrini yaşayarak tarihinde zirveye cıktığı bir dönem olarak görülmektedir. Sâmânî hükümdarları başkent Buhârâ’dan Mâverâünnehir ve Horasan bölgelerini yönetmiş ve Buhârâ aynı anda Mâverâünnehir için değil Horasan için de merkezi konum haline gelmiştir. Mâverâünnehir bölgesinin, çok sayıda şehri, nahiyesi ve köyü olmasına rağmen bunlar arasında en tanınmış olanı Buhârâ’dır. Sâmânîler başkenti Buhârâ şehri hakkında şehir tarihini yazan ve Sâmânîler döneminde Buhârâ’da yaşayan Narşahî, o dönemlerde şehre uğrayan İbn Havkal, İstahrî ve Makdisî gibi coğrafıyacılar tarafından şehir ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Narşahî’nin “Târîh-i Buhârâ” isimli eseri bölge coğrafıyası, siyaseti ve kültürünü anlamak için en önemli kaynak olarak görülmektedir. Bu devirde payitaht Buhârâ’nın Mâverâünnehir ve Horasan’ın en büyük en güzel şehirlerinden olduğunu, ilmî ve fikrî hayat büyük bir gelişim gösterdiğini söyleyebiliriz.
Anahtar Kelimeler: Buhârâ, Mâverâünnehir, Sâmânîler, Horasan, Narşahi.
THE CAPİTAL OF THE SAMANİDS BUKHARA
The city of Bukhara in Maveraunnahr region IX. century, it became center of attraction in the Middle Ages İslamic world during the Sâmânîds period. During the time of the Sâmânîds, Bukhara was seen as a period in which it reached its peak in its history by experiencing the brightest period of the city’s history. Sâmânî rules ruled the regions of Maveraunnahr and Khorasan from the capital Bukhara, and Bukhara became the central location not only for Maveraunnahr but also Khorasan. Although Maveraunnahr region has many cities, towns and villages, the most well-known among them is Bukhara. The city is described in detail by historian Narshakhi, who wrote the history of the city about city of Bukhara, the capital of the Sâmânîds, and who lived in Bukhara during the Sâmânîd period, and by geographers such as İbn Khavkal, İstahri and Maqdisi. Narshakhi’s work named “Tarikh-i Bukhara” is seen is most important source for understanding the region’s geography, politics and culture. In this period, we can say that the capital Bukhara was one of the biggest and most beautiful cities of Maveraunnahr and Khorasan, and the scientific and intellectual life showed a great devolopment.
Keywords: Bukhara, Maveraunnahr, Sâmânîds, Khorasan, Narshakhi.
Giriş
Buhârâ, Mâverâünnehir’da Zerefşan nehri yatağının aşağı kısmında kurulmuş bir şehirdir. Mâverâünnehir’in en büyük en güzel şehirlerinden olduğunu görürüz. Buhârâ şehri tarihinin ilk devirlerinden itibaren meşhur bir yerleşim yeri olması yanında, aynı zamanda ilim ve ticaret merkeziydi. Buhârâ’nın İslam’dan önceki tarihi hakkında kaynaklarda çok az bilgi bulunmaktadır. Eski zamanlarda Zerefşan üzerinde, İran kolonilerinin bulunduğu, hatta şehirlerin bulunduğu yapılan incelemelerde kesinleşmiştir. İskender zamanında Sogdiana’da nehrin alt mecrası üzerinde Marakanda (Semerkand)’dan başka bir şehir daha vardı. Fakat bunun Buhârâ şehri olup olmadığı belli değildir. Bugünkü Buhârâ’nın bulunduğu yerde İslamiyetten asırlarca evvel bir şehir kurulmuş bulunuyordu.[2]
Zerafşan nehrinin (Soğd nehri) aşağı mecrası[3] ve batı ucunda kurulan Buhârâ dünyanın eski en zengin şehirlerinden biri ve kendi başına bir devletin merkezi idi. Buhârâ şehrini ilk defa eski zamanlardan buralara Tarazdan gelip yerleşen tüccar Cümük Türkleri tarafından kurulduğu rivayet edilmektedir.[4]
Buhârâ M.Ö. I. yüzyılın sonlarından IV. yüzyılın yarısına kadar Yüeçilerin kurduğu Kuşan devletinin hakimyeti altında girmiştir. Buhârâ şehri IV. ve V. yüzyıllarda Soğdların Orta Asya’ya egemen oldukları dönemden itibaren meskûn bir yerdi. Buhârâ’nın bölgede ekonomik, kültürel, ziraat merkezi olması bu dönemlerde gerçekleşmiştir. Buhârâ şehri kadimde Zerefşan’ın aşağı kısmında Rud-i Zer nehrinin yakasında üç kale şeklinde oluşmuştur. Bu kalelerden en kadimisi Farabdiz, ikincisi Buhârâ ve üçüncüsü Numicket adıyla anılmış ve daha sonra bu üç kale birbiriyle birleşmiştir. Şehrin nüfusu arttıkça şehir de genişlemiş ve şehrin daha sonraki müreffeh bölgesinin güvenliğini sağlamak için IX. asırda Buhârâ eski üç bölümü dahil tek bir dış duvar halkasıyla çevrilmiştir. [5] Yıllar geçtikçe sehir daha da genişlemiştir. Buhârâ’nın İslam’a kadar olan siyasî tarihine ait yazılı kaynak bilgileri esasen VII. – VIII. yüzyılları kapsamaktadır. İslam’dan önceki dönem tarihi nümismatik ve arkeoloji verilerle açıklanmaktadır. 1970 yılında Yahya Gulamov başkanlığında Buhârâ’da arkeolojik kazılar sonucunda Buhârâ’nın arkeolojık yaşının 2300 yıldan az olmadığı kesinlik kazanmıştır.[6]
Buhârâ’nın Aldığı İsimler
Buhârâ’nın eski isimleri ilk defa V. yüzyıl Çin kaynaklarında geçmektedir. Buna göre Buhârâ’nın merkezi “Niu-mi”, Buhârâ adı ise “Pu-ho” şeklinde kaydedilir. [7]
Çin kaynaklarında Buhârâ ondan fazla isimle; An, An-si, Ango, Buho, Buhu, Bute, Buhaer, Buhuaer, Buhala, Fuho, Puho, Puhada gibi isimlerle nakledilmektedir.[8] Saydığımız isimlerin ilk üçü şehrin Çince isimleri, geri kalanları ise “Buhârâ” kelimesinin Çince telaffuzudur. Miladi V. asırdan itibaren Çin müellifleri Buhârâ’yı Niu-mi şeklinde kaydederler ki, bu isim İslam devrine kadar yaşayan eski Nûmickes adına karşılık olduğu kabul edilmektedir. Çin kaynaklarında geçen Niu-mi, Nûmickes toponiminin diğer bir şeklidir. Ortaçağ kaynaklarında gelen bilgilere göre, Buhârâ ve Nûmickes başlanğıçta biri diğerine yakın iki ayrı şehir olup VIII. asırda Mukanna isyani sırasında bile bu iki şehrin bağımsız olduğu vurgulanmaktadır. Sonra zamanla meydanları genişleyerek birbirleriyle birleştiği söylenmektedir.[9]
Buhârâ adını Sanskritçe “vihara” kelimesinin Türkçe-Moğolca şekli “buhar” (manastır) dan kaynaklandığı görüşü de mevcuttur. Bu varsayım genellikle V.V. Barthold tarafından öne sürülmektedir. Barthold, Ngan krallığı döneminde ilk defa Çinli seyyah Hüan-Tsang tarafından (630 yıllar) buranın Buhârâ ve Çince Pu-ho isimleriyle kaydedildiğini söylemiştir. Ona göre Buhârâ ismi, Sanskritçe’de manastır anlamındaki “vihara” kelimesinin, Türkçe “Buhar” şeklinde telaffuzu olabilir. [10]
Frye’e göre Buhârâ kadim devirlerden itibaren her çağda her bölgeden büyük din alimlerinin buluştuğu bir yer olmuş, Buhârâ ismi ise, Mecusi lisanında “öğrenim merkezi” anlamına gelen “buhar”dan türemiştir. Bu kelime Uygur ve Hitay putperestlerinin dilinde “puthane” anlamına geldiğini, fakat kurulduğu dönemde şehrin adı Bumicket olduğunu söylemektedir.[11]
Cüveyni, Buhârâ kelimesi “Buhar”dan türemiş olup Mecusilerin dilindeki anlami “ilimler mecmuası” olduğunu, Uygur ve Hitay putperestleri de putların bulunduğu mabede “buhar” dediğini ve kentin kurulduğu sırada adı Bumickat[12] olduğunu vurgulamaktadır.
İbn Havkal “Suret el-Ard” eserinde Buhârâ şehrinin eski adı Bumickat olduğunu ve düz bir yerde kurulduğunu kaydetmektedir.[13]
Muhammadcanov ise “Buhârâ” isminin Söğdça olup “Bugoro” yani “Tanrı cemalı” manasına geldiğini ve Buhârâ’da yapılan arkeolojik kazılar esnasında çıkan eserlerin de bunu teyit ettiğini belirtmiştir.[14]
Ayrıca Buhârâ şehri Narşahî eserinde Numicket, Bumisket, başka bir yerde Arapça Medinetü’s-Sufriyye, Medinetü’t-Tüccar, el-Fahira isimleriyle anılmaktadır. Narşahî Buhârâ ismi bunların içinde en meşhuru ve başka birer bir Horasan şehrini Buhârâ gibi çok isime sahip olduğunu bilmediğini kaydetmektedir.[15]
Buhârâ’nın Medinetü’s-Sufriyye, Medinetü’t-Tüccar ve el-Fahira isimleri Araplar tarafından verilmiş olup, birincisi “Bakır Şehir”, ikincisi “Tüccarlar Şehri” ve ücüncüsü “Onur Şehri” anlamına gelmeketedir. Aynı zamanda “Buhârâ-i şerif” Buhârâ’nın en yaygın isimlerinden ve günümüzde de bu ad kullanılmaktadır. Buhârâ eski çağlardan beri farklı isimlerle anılmıştır. Buhârâ ismi İslam’dan önceki dönemde ortaya çıktığını düşünmekteyiz. İlkçağlarda tüm vahanın adı Buhârâ olarak ancak X. yy’da bu isim sadece Buhârâ şehri için kullanılmaya başladı. Fakat Buhârâ ismi kaynaklarda nispeten geç tarihlerde rastlanmaktadır.
Şehrin Yapısı
Buhârâ Sâmânîler döneminde şehristan, rabad ve yüksek iç kale olmak üzere üç elemenden meydana gelen şehir tipi halinde idi. Ortaçağ şehirleri genel olarak bu üç ana bölümden oluşurdu. Bunlardan “köhendiz” denilen bir kale/içkale, ikincisi “şehristan” denilen iç şehir ve üçüncüsü de rabad denilen dış şehir idi. Kale/içkale, hükümdar veya emirin maiyetiyle birlikte yaşadığı yönetim merkezi idi. Şehristan’da aristokratlar, eşraf ve zanaatla uğraşan kentlileşmiş halk yaşardı. Kentin esasını da burası teşkil ederdi. Rabad ise dış şehir veya dış mahallesi durumundaki yerdi. Buralarda genellikle göçebe, yarı göçebe veya yerleşik hayatta yeni geçmiş olan insanlar ikamet ederlerdi. Rabadda değirmen, çiftlik, bağ ve bahçeler bulunur, ayrıca buraya yaşayan insanlar genellikle ticaretle uğraşır ve pazarlar kurardı. Bu bakımdan rabad, ticari hayatın merkezi idi. Orta Asya Türk kentlerinde bu yapı orduğ, balık ve kıy olarak adlandırılmaktaydı[16].
Doğan Koban üç elemanlı şehir tipini ortaya çıkışını VIII. asırdan başlatmakta ve şöyle bilgileri vermektedir. “Türk – İran dünyasının Arap sınırlarından Sinkiang’a kadar uzanan ülkelerinde şehirlerin genel bir özelliği vardır. Örneğin Harezm’de M.S. VIII. yüzyılda bir şehir şu üç elemandan meydana geliyordu”[17] şeklinde ifade ederek rabadın Mâverâünnehir şehirlerinde VIII. yüzyıldan itibaren olduğunu belirtmektedir. Kısacası, üç bölümlü şehir daha ziyade IX. yüzyıl ve daha sonrasında görülmektedir.
Narşahî’den elde ettiğimiz bilgilere göre, “Buhârâ şehri, defalarca savaşlara ve tahribata maruz kalmakla berabar, hicri üçüncü (Miladi IX.) yüzyılda yapılmış olan inşa planına göre, tekrar eski yerinde imar edilmiştir. Bu husus, şehrin plan sınırlarını ve tarihinde yüzyıllar boyunca cereyan eden gelişmeleri bilme imkanına yardımcı olmuştur. Arap coğrafyacıları Buhârâ şehrini üç kısma ayırmışlardır.[18]
1.Şehristan
Orta Çağ’da bu kelime şehrin iç kısmı şehir merkezi, hakimyetin bulunduğu yer, halka açık olan yerleşim alanları ve kale duvarı ile çevrili olan esas şehir veya iç şehir anlamına gelir ve arapçada “medine” olarak adlandırılır. Barthold, şehristan’ın asıl manası hakimyetin bulunduğu mevki demektir ki Arapların Suriyelilerden alarak kullandıkları Medine de aynı anlama geldiğini kaydetmektedir.[19] Şehrin ayrılmaz bir parçası olan Şehristan (şehir içi) Araplar gelmeden önce de Orta Asya’nın birçok şehirlerinde vardı. Şehristan’ın etrafında rabad bulunurdu. Şehristan’lar İslami dönemde genişlemiştir. X. yüzyılda şehir hayatının merkezi neredeyse tüm şehirlerde rabada taşınmıştı. Genelde İran ve Orta Asya antik kentlerinde kuhandiz, şehristan (medine) surlarının içinde yer almaktadır. Örnek olarak Merv, Semerkand ve Rey şehirlerini gösterebiliriz. Müslümanların feth sırasında şehir yalnız Şehristandan ibaretti. Bunun dışında dağınık olarak bazı evler vardı. [20] Şehristan daha sonralarıda önemini korumuştur. İslam döneminde şehrin gelişmesi üzerine şehristan ile rabad birleşmiş, 849 yılından sonra ikisi tek bir surla çevrilmiştir. Narşahî’ye göre Şehristan tepede bulunan iç kalenin batısında idi. Şehristan yüksekte olduğu için buraya su çıkmazdı. İç kalenin iki kapısı vardı. Batıdakı Rigistan Kapısı, doğudaki ise Cami Kapısı idi. Bu iki kapı bir cadde ile birbirine bağlanırdı. Kalenin içinde Sâmânî idarecilerinin ikamet ettikleri bir kale daha vardı.[21] Etrafı duvarla çevrili olan Buhârâ şehristanının yedi girişi bulunmakta ve bunlara kapı adı verilmekte idi.
2.Buhârâ Kalesi/ Kuhendiz[22]/Hisar[23]
Ortaçağda büyük şehir merkezlerine ait topoğrafik yerleşim alanlarından genellikle en eski tarihli olanına ve yine genellikle en küçük alana sahip olanına kuhendiz denilmektedir.[24] Buhârâ kalesi şehristanın dışında bulunmakta olup saray ve idari bölümler burada yer almaktaydı. Kalenin doğusu ile şehristan arasında açık bir saha mevcuttu. Burada Kuteybe b. Müslim tarafından yaptırılan Cuma camii bulunmaktaydı. Hisar, en eski zamanlardan beri, Sâmânîler dönemi dahil bugün bulunduğu yerde, Rigistan diye anılan sahanın doğusundadır. Kalenin sahası, üzerinde inşa olduğu arazi ile tabii sınırı bulunduğu için, İslam öncesi dönemlerden beri hiç değişiklik geçirmemiştir. Kalenin içinde belki de Buhârâ emirlerinin sarayı bulunduğu yerde, Buhar-Hudat sarayı vardı. Bu bina M.S. VII. asırda ve fetihten evvel kurulmuş olmalıdır. Bu kalenin biri doğu ve diğeri batı olmak üzere iki kapısı bulunmaktaydı. Doğu Kapısı’na Guriyan Kapısı, Batı Kapısı’na Rigistan Kapısı derler. Kalenin ortasında, bu kapıdan o kapıya kadar uzanan bir yol vardır. Hükümdarların payitahtı olan bu kalede ayrıca İslam öncesi dönemlerden itibaren hapishane, hazine, hükümdar sarayları, harem sarayı, divanlar bulunurdu. Diğer çok şehirlerin hilafına olarak hisar, şehristanın (asıl şehir) içinde değil dış tarafında bulunuyordu. Aralarında ve hisarın doğusunda açık bir saha vardı ve Cuma mescidi VIII. asırdan XII. asra kadar burada bulunmaktaydı.[25]
Sâmânîler döneminde de bu kale mevcuttu ve onlar tarafından kullanıldmiş idi. Fakat onlar tarafından kale yeniden inşa edilerek duvarları müstahkem hale getirildi.[26] Hisar XI. ve XII. asırlarda birkaç defa yıkılmış ve tekrar yapılmıştı. XII. yüzyılda kale harabe halde idi. Batı Karahanlı Devleti hükümdarı Arslan Han kaleni tekrar tamir edilmesini emretti (495/1101-1102) ve burayı kendine ikamet yeri yaptı. Buhârâ Kalesi XVI. yüzyıl Şeybani Hanedanlığı döneminde bügünkü şeklini aldı. Kaledeki tüm binalar XVII. – XIX. asırlara yani Canoğulları ve Mangit Hanedanlığı zamanlarına aittir.
3.Rabad
İslam öncesi dönemde şehir sadece kale ve şehristandan ibaret idi. Müslümanların fethinden sonra şehir önemli ölçüde büyüyerek şehristanın dışında yayılmaya başlamıştır. Bunun sonucunda şehire kale ve şehristanın yanında “rabad” denilen üçüncü bir bölümü daha eklenmiştir. Rabad genel olarak İslami dönemden sonra görülmekte ve alışverişin yapıldığı, ticaretin yapıldığı şehristana bitişik bir yerdir.
Rabad bölgesinde halkın can ve mal güvenliği yeterince sağlanamıyordu. Bu nedenle Narşahî’ye göre Buhârâ halkı, emirleri Ahmed b. Halid vasıtasıyla Tahiri ailesinden olan Horasan emiri Muhammed b. Abdullah’a giderek geceleri hırsızlardan ve eşkiyalardan emin olabilmek için şehir duvarının, rabadı da içine alacak biçimde yeniden yapılmasının ricasında bulundular. Emir onların bu isteklerini yerine getirdi ve Buhârâ’nın çevresini sağlam bir sur yapılmasını emretti. Buhârâ’nın etrafına kuleler dikildi ve kapılar inşa edildi. Bu rabad 235/849-850 tarihinde tamamlandı. Tarih-u Buhârâ’daki kayıtlara göre bu suru her ne zaman Buhârâ üzerine bir ordu yürüse bu surlara yeni bir ilave yapılırdı. İslam devrinde şehrin gelişmesi üzerine şehristan ile rabad birleşmiş 850 yılından sonra ikisi tek surla çevrilmiştir. X. yüzyılda daha geniş sahayı içine alan yeni bir sur yapılmıştır.[27]
Buhârâ’nın Sâmânî Hakimiyetine Geçmesi
İslam dünyasında Abbasiler döneminde kurulan devletlerden biri Sâmânîler’dir. Sâmânîler, Saman adındaki bir köyden ortaya çıkmış bir hanedan idi. Ancak bu köyün tam olarak nerede bulunduğu hakkında çeşitli rivayetler vardır.
Sâmânî Ailesinin çıkış noktası, bazı kaynaklarda Semerkand yakınlarındaki bir köy, bazılarında ise Belh veya Tirmiz civarındaki bir başka köy olarak gösterilmektedir.[28]
Sâmânîlerin ortaya çıkışıyla ilgili bütün tarihi bilgiler Sâmânîlerin atası Saman hudat’ı İslamiyet’i Horasan valisi Esed b. Abdullah Kasri (723-727) vasıtasıyla kabul ettiğini, sonra da oğluna valinin yani Esed adını verdiğini göstermektedir. Sâmânîler ailesinin tarih sahnesine ilk çıktıkları ve kaynaklarda isminin ilk defa geçtiği tarihi Emeviler zamanına kadar götürmek mümkündür.[29]
Halife Me’mun dönemine (813-833) kadar Esed hakkında bir bilgi yoktur. Me’mun döneminde 819 yılında Esed’in dört oğlunun Me’mun’u Rafi b. Leys adlı bir asiye karşı desteklemeleri nedeniyle bu sırada Horasan valisi olan Gassan b. Abbad tarafından mükafaatlandırıldıklarını öğreniyoruz. Bu hadiseden sonra Esed’in dört oğlundan Nuh Semerkand’a, Ahmed Fergana’ya, Yahya Şaş’a ve İlyas da Horasan’a vali tayin edilmiştir.[30] Böylece Esed’in oğullarının yönetim vazifesi üstlenmeleriyle bölgede Sâmânoğulları iktidarı başlamış oluyordu. Esedoğullarına bu bölgelerin verilmesi Sâmânî güçünün Mâverâünnehirdeki başlangıcını oluşturdu. Abbasiler, Maveraünneh’rin meşrû yöneticileri olarak bu aileyi vazifelendirdiler. Nasr b. Ahmed, başkent olarak Semerkand’ı seçmiş ve orada devleti yönetmeyi başlamıştı. Sâmânî devleti kurulduğu dönem Buhârâ’nın hali içler açısıydı. Buhârâ’nın nasıl ve ne şekilde Sâmânîlerin hakimyetine geçişiyle en geniş bilgiyi Narşahî’da bulmaktayız. Buhârâ halkı, şehir uleması Hace Ebu Hafs’ın oğlu Ebu Abdullah etrafında toplanarak Semerkand’da bulunan Nasr b. Ahmed’den Buhârâ için emir istediler. Ulemanın bu isteğini yerine getiren Nasr, kardeşi İsmail b. Ahmed’i Buhârâ’ya gönderdi. Buhârâ’nın önde gelen isimleri İsmail b. Ahmed’i karşılamak için şehir dışına çıktı. Onlarla beraber Buhârâ’nın tüm asilleri, Arapları ve yerlileri de vardı. İsmail böylece savaş yapmadan Buhârâ’ya girdi.[31] Emir İsmail tam yetkili olarak Buhârâ’da göreve başladı. Bundan sonra Cuma hutbelerinde Nasr b. Ahmed ve Emir İsmail b. Ahmed isimleri zikredilir oldu.
Ancak bundan kısa bir süre sonra İsmail ile kardeşi Nasr’ın arasında vergi dağılımı yüzünden anlaşmazlık çıktı ve çatışmaya dönüştü. İsmail 275/888’deki savaşta Nasr’ı mağlup ederek esir aldı. Ancak ona saygıyla davranarak barış yaptı. Zaten halifenin gözünde Nasr Mâverâünnehir’in meşrû hükümdarı idi. İsmail, bu mücadelede zafer kazanmasına rağmen Semerkand’a gitmemiş ve onun yerine Buhârâ’yı Sâmânoğullarının yeni merkezi yapmıştır. İsmail ise kardeşi ölünceye kadar (892) Buhârâ’da onun naibi olarak kaldı.[32] Nasr b. Ahmed’in ölümünden sonra kardeşi İsmail, Mâverâünnehir’in tek hakimi oldu. Nitekim İsmail Sâmânî ülkesini her yönde büyütüp genişletti. Mâverâünnehir’in tamamiyle İslam hakimyetine girmesi bu dönemde olmuştur. Mâverâünnehir ve Horasan bölgesinde pek çok şehrin Sâmânîler ile tarih sahnesine çıktığını söyleyebiliriz. Bu şehirler arasında Nişabur, Merv, Belh, Semerkand ve Buhârâ’yı sayabiliriz. İsmail, Halife’den Horasan’ın tamamının yönetim görevini aldı ve böylece İran’ın birçok bölgesini topraklarına katmaya başladı. Bu aslında Hilafet merkezine bağlı Horasan valileri döneminin sona ermesiydi. Çünkü Sâmânîlerden sonra şeklen de olsa bu bağlılık sürdürülmedi. Sâmânîler ile halifeler arasındaki ilişki, Saffariler hatta Tahiriler ile Bağdat arasındakinden daha sıkı idi.
Narşahî’ya göre İsmail’in Buhârâ’ya girmesiyle, şehir hidayete ermiş ve Buhârâ halkı sıkıntılardan kurtularak rahat etmiştir.[33] Buhârâ İsmail’in döneminde başkent idi ve Sâmânoğulları emirlerinin hepsi orayı ikamet yeri yapmışlardır. İsmail Sâmânî’nin iktidarının merkezi Buhârâ idi. Kentin nüfusu birkaç yüz bin kişiydi. Artık Horasan, Fergana Vadisi, Harezm ve bugünkü Afganistan’ın birçok kısmı da dahil olmak üzere bütün Orta Asya’nın başkenti olmuştu. Halifelik artık hakim olma ümidi taşımıyordu. Bu sebeple Sâmânîler Bağdat’a saygı duyuyorlar ve bütün halifelere hediyeler göndermişler hatta Cuma hutbelerinde halifenin ismini okumuşlardı.
Buhârâ’nın gelişmesinde İsmail’in rolü çok büyük olduğunu görmekteyiz. İsmail döneminde Buhârâ Orta Asya ülkelerinde gerçekten bir medeniyet merkezi olmuştur. İsmail döneminde Sâmânî bürokrasisinin resmi yazı dili Arapça idi. Buhârâ vilayet merkezliğinden bir imparatorluğun başşehri haline geldiğinden dolayı, İsmail döneminde bürokrasi gelişmiştir. Sâmânî devlet teşkilatı modeli daha sonraları da Gazneli ve Selçuklu devletlerine modellik etmiştir.[34]
Buhârâ kültürel açıdan da zengin bir kent olmuştur. Sâmânîler zamanında Mâverâünnehir ve Horasan’ın büyük şehirlerinde ilmî ve fikrî hayat büyük bir gelişim göstermiştir. Özellikle Buhârâ, başkent olması nedeniyle bir nevi çekim merkeziydi. Sâmânîlerin hakim oldukları ülkelerde alimlerin itibarı büyüktü. Hanedanın kurucusunun bile Buhârâ’da hakimyetini mahallî alimlerin yardımıyla kurduğunu görmekteyiz. Buhârâ’da Hanefî mezhebi fakihleri arasından en alim ve değerlisi seçilerek mühim meseleler onun görüşüne göre halledilir, istekleri yerine getirilir ve memurlar onun talımatına göre tayin edilirdi. Hükümdarlar başta olmak üzere ileri gelen devlet adamları, alimleri maddi ve manevi olarak destekliyordu.
Birinci asırdan itibaren Bağdat merkezli olarak gelişen bilim ve düşünce hayatı, siyasi parçalanmalara paralel olarak gücünü büyük nispette kayederken, bilgi ve düşünce üreten merkezler Bağdat’tan doğuya, yani Horasan, Harezm, Fergana ve Soğdiana’yı da içine alan Mâverâünnehir bölgesine kaymıştır. Bu asırdan itibaren Doğu bölgeleri belirgin bir şekilde düşünce ve bilim bayrağında öne geçmiş görünüyor.[35] Sâmânîler dönemi bu bilim gelişmesinin zirveye çıktığı dönemi olduğunu kabuledebiliriz.
Hilafetinin ilk vilayetleri tıpkı Bağdad’ın ihtişamını yansıttığı gibi aynı şekilde Sâmânîlerin de kendi dönemlerinde Buhârâ’yı model aldı. Sâmânîler döneminden itibaren Buhârâ bir İslam merkezi durumuna gelmiştir. Buhârâ; Mekke, Medine ve Bağdat gibi meşhur İslamî ilim merkezlerinin seviyesine çıkmıştır. İslamî bilgi düzeyinin yüksekliği Buhârâ’da sadece şehir merkezi ile sınırlı kalmamıştır. Aynı zamanda bu ilmi ortam Buhârâ’nın kasaba ve köylerine varıncaya kadar yayılmıştır. Buhârâ köyüyle, kasabasıyla bir bütün olarak İslam merkezi olmuştur. X. asırdan itibaren Buhârâ’da mahalle, köy ve kasabalara nispet edilen alim sayısı kat kat arttı. Bu durum Buhârâ’nın her köşesinin İslamın öğrenildiği bir medrese ve okul haline geldiğini göstermektedir.[36] İsmail b.Ahmed ile genişleme sürecine giren devletin en parlak günleri II. Nasr b. Ahmed zamanı olmuştur. Birçok dalda meşhur olmuş ilim adamı, ortamın uygun olduğundan dolayı Buhârâ, Semerkand başta olmak üzere ülkenin her tarafına yayılmıştı. Bu dönemde felsefe, tarih, coğrafya, astronomi tıp gibi bilimlerde birçok değerli fikir adamı yetişmiştir ve hayatının bir bölümünü Sâmânî ülkesinde, özellikle başkent Buhârâ’da geçirmiştir. Buhârâ şehri, 875 yılında tamamen Sâmânîlerin hakimyetine geçmiş ve bu devlet yıkılıncaya kadar (1005) ona başkentlik yapmıştır.
Sonuç
Zerafşan nehri yatağının aşağı kısmında kurulan Buhârâ dünyanın eski en zengin şehirlerinden biri olarak görülmektedir. Buhârâ şehri IV. ve V. yüzyıllarda Soğdların Orta Asya’ya egemen oldukları dönemden itibaren meskûn bir yerdi. Şehrin ekonomik, kültürel, ziraat merkezi olması bu dönemlerde gerçekleşmiştir.
Buhârâ’nın İslam’a kadar olan siyasî tarihine ait yazılı kaynak bilgileri esasen VII. – VIII. yüzyılları kapsamaktadır. İslam’dan önceki dönem tarihi nümismatik ve arkeoloji verilerle açıklanmaktadır. Kentin eski isimleri ilk defa V. yüzyıl Çin kaynaklarında “Pu-ho” şeklinde kaydedilir. Buhârâ adını Sanskritçe “vihara” kelimesinin Türkçe-Moğolca şekli “buhar” (manastır) dan kaynaklandığı görüşü veya Söğdça “Bugoro” yani “Tanrı cemalı” manasına geldiğini dair görüşler mevcuttur. Ayrıca Numicket, Bumisket, Medinetü’s-Sufriyye, Medinetü’t-Tüccar, el-Fahira gibi çeşitli isimlerle kaynaklarda anılmaktadır.
Arap coğrafyacıları Buhârâ şehrini üç kısma ayırmışlardır. Sâmânîler döneminde şehristan, rabad ve yüksek iç kale olmak üzere üç elemenden meydana gelen şehir tipi halinde olduğunu görmekteyiz.
Mâverâünnehir ve Horasan bölgesinde pek çok şehrin Sâmânîler ile tarih sahnesine çıktığını söyleyebiliriz. Bu şehirler arasında başkent Buhârâ’nın ayrıca yeri olduğu söyleyebiliriz. Sâmânîler hükümdarı İsmail Sâmânî ülkesini her yönde büyütüp genişletti. Mâverâünnehir’in tamamiyle İslam hakimyetine girmesi bu dönemde olmuştur. İsmail’in Buhârâ’ya girmesiyle, şehir hidayete ermiş ve Buhârâ halkı sıkıntılardan kurtularak rahat etmiştir
Buhârâ kültürel açıdan da zengin bir kent olarak ilmî ve fikrî hayat büyük bir gelişim göstermiş ve İslam merkezi durumuna gelmiştir. Özellikle Sâmânîler döneminde bu şehir kendi tarihinin zirvesine ulaşmıştır.
Kaynaklar
Abu Bakr Muhammad ibn Dja’far an-Narşahi, Tarih-i Buhârâ, İstoriya Buhari, Perevod, kommentarii i primeçaniya Ş. S. Kamaliddina. Arheologo-Topografiçeskiy kommentariy E.G. Nekrasovoy, SMİA-SİA, Taşkent 2011.
BARTHOLD, V. V., Moğol İstilasına Kadar Türkistan, TTK Yay., Ankara 1990.
—-, “Buhârâ”, Milli Eğitim İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basimevi, İstanbul 1979.
BOSWORTH, C. E., “Sâmânîds” Eİ, C. VIII, Leiden 1995.
CAN, Mesut, “Ortaçağ İslam Coğrafyacılarında Şehir Tipolojisi: Terminolojik Bir Bakış”, Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, Cilt: 22, S: 2, Aralık 2018.
CHAVANNES, Edouard, Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, Çev. Mustafa Koç, Selenge Yayınları, İstanbul 2020.
CUVAYNİ, Alouddin Atomalik, Tarihi Jahonguşo, Çev. Nazarbek Rahim, Mumtoz Söz yayınları, Taşkent 2015.
DEMİRCİ, Mustafa “Türk-İslam Medeniyetinin İkinci Dalgası: Orta Asya’da Gelişen Bilim ve Düşüncenin Dinamikleri (X-XIII.YY)”, S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları No: 20, Bilimsel Toplantılar Serisi: 8, Eylül 2007 Isparta.
DUMAN, Abdullah, Nerşahinin Tarih-u Buhârâsı (İnceleme ve Tercüme), Ayışığı Kitapları, İstanbul 2013.
Ebu Bekir Muhammed bin Cafer en-Narşahi, “Buhârâ Tarihi”, (Çev. Mehmet Nurettin Koçak), Türk Dünyası Araştırmaları, S.117, Aralık 1998.
—, Tarihi-i Buhârâ, (Farsçadan Tercüme ve Notlar Erkan Göksü), Türk Tarih Kurumu, Ankara 2013.
FRYE, R. N., “Sâmânîds”, Cambridge History of İran, C.IV, Cambridge 1975.
—-, Orta Çağ’ın Başarısı Buhârâ, Çev. Hasan Kurt, Ahmed Yesevi Üniversitesi Yardım Vakfı Bılıg Yayınları, Ankara (ty).
İbn Havkal, Kitob Surat al-Ard, (Çeviri ve notlar Şamsiddin Kamoliddin), Özbekiston Milliy Ensiklopediyasi Davlat İlmiy Naşriyoti, Taşkent 2011.
KİTAPÇİ, Zekeriya, Türkistan’ın Müslüman Araplar Tarafından Fethi, Yedi Kubbe Yayınları, Konya 2005.
KUBAN, Doğan, “Anadolu Türk Şehri Tarihi Gelişmesi, Sosyal ve Fiziki Özellikler Üzerinde Bazı Gelişmeler”, Vakıflar Dergisi, S.7, 1968.
KURT, Hasan, “Emevi ve İlk Abbasi Halifeleri Döneminde Buhârâ Bölgesi (53-232/674-847)”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 1997.
MUHAMMADCANOV, Abdullah, Kadimgi Buhoro, Fan neşriyat, Taşkent 1991.
Sayyid Muhammad Nosir b. Muzaffar, Tahkikoti Arki Buhoro, Fars dilinden çeviri ve notlar G. Karimov, Tafakkur yay., Taşkent 2009.
ŞEŞEN, Ramazan, “Buhârâ”, DİA, TDV Yayınları, Cilt: VI.
USTA, Aydın “Sâmânîler”, DİA, C. XXXVI, TDV Yayınları, İstanbul 2009, s. 65.
—-, Türkler ve İslamiyet İlk Müslüman Türk Devleti: Sâmânîler, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2020.
WELLHAUSEN, J., Arap Devleti ve Sukutu, Çev. Fikret Işıltan, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1963.
Dipnotlar:
*Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi
[2] V.V. Barthold, “Buhârâ”, Milli Eğitim İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basimevi, İstanbul 1979, II, s.762.
[3] Soğd arazisi, Amu-Derya’ya varmadan Buhârâ vadisinde kaybolan Polytimetus’ün (Zerefşan Nehri) her iki sahilindeki alandır. J. Welhausen, Arap Devleti ve sükutu, Çev. Fikret Işıltan, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1963, s. 205.
[4] Zekeriya Kitapçi, Türkistan’ın Müslüman Araplar Tarafından Fethi, Yedi Kubbe Yayınları, Konya 2005, s. 115.
[5] A. Muhammadcanov, Kadimgi Buhoro, Fan neşriyat, Taşkent 1991, s. 50.
[6] Muhammadcanov, a.g.e., s. 43.
[7] Çin kaynaklarında gelen bilgilere göre miladi V. – VII. asırlarda Zerefşan nehri Nami diye ve onun aşağı kısmındaki devlet ise Niu-mi olarak isimlendirilmiştir. Bkz. Edouard Chavannes, Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, Çev. Mustafa Koç, Selenge Yayınları, İstanbul 2020. s. 187.
[8] Muhammadcanov, a.g.e., s. 46.
[9] Muhammadcanov, a.g.e., s. 49.
[10] Barthold, “Buhârâ”, II, s.762.
[11] Richard N. Frye, Orta Çağ’ın Başarısı Buhârâ, Çev. Hasan Kurt, Ankara (ty), s. 48.
[12] Bumickat- Soğdça olup “Başkent” anlamına gelmektedir. Bkz. Alouddin Atomalik Juvayniy, Tarixi Jahongusho, (Çev. Nazarbek Rahim), Mumtoz So’z yayınları, Taşkent 2015, s. 146.
[13] İbn Havkal, Kitob Surat al-Ard, (Çeviri ve notlar Şamsiddin Kamoliddin), Özbekiston Milliy Ensiklopediyasi Davlat İlmiy Naşriyoti, Taşkent 2011, s.40
[14] Muhammadcanov, a.g.e., s. 50.
[15] Abu Bakr Muhammad ibn Dja’far an-Narşahi, Tarih-i Buhârâ, İstoriya Buhari, Perevod, kommentarii i primeçaniya Ş. S. Kamaliddina. Arheologo-Topografiçeskiy kommentariy E.G. Nekrasovoy, SMİA-SİA, Taşkent 2011. s. 33.
[16] Barthold, Türkistan, s. 82.
[17] Doğan Kuban, “Anadolu Türk Şehri Tarihi Gelişmesi, Sosyal ve Fiziki Özellikler Üzerinde Bazı Gelişmeler”, Vakıflar Dergisi, S.7, (1968). s. 55
[18] Ebu Bekir Muhammed bin Cafer en-Narşahi, “Buhârâ Tarihi”, (Çev. Mehmet Nurettin Koçak), Türk Dünyası Araştırmaları, S.117, (Aralık 1998) s. 4.
[19] Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 24.
[20] Ebu Bekr Muhammed b. Ca’fer en-Narşahi, Tarihi-i Buhârâ, (Farsçadan Tercüme ve Notlar Erkan Göksü), Türk Tarih Kurumu, Ankara 2013, s. 81
[21] Abdullah Duman, Nerşahinin Tarih-u Buhârâsı (İnceleme ve Tercüme), Ayışığı Kitapları, İstanbul 2013, s. 96.
[22] Kuhendiz veya Kandiz – Kale kelimesinin Arapça şekli. Arab dilinde Hisar şeklinde de bulunur. Fars dilindeki kaynaklarda “Ark” diye geçmektedir.
[23] Narşahi bu bölümü yazarken başlıkta Ark, metinde Hisar kelimesini kullanmıştir. Bkz. Narşahi, Tarih-i Buhârâ, (Notlar, Kamaliddin), s. 237
[24] Mesut Can, “Ortaçağ İslam Coğrafyacılarında Şehir Tipolojisi: Terminolojik Bir Bakış”, Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, Cilt: 22, S: 2, Aralık 2018, s. 10.
[25] Barthold, “Buhârâ” II, s. 764
[26] Sayyid Muhammad Nosir b. Muzaffar, Tahkikoti Arki Buhoro, (Fars dilinden çeviri ve notlar G.Karimov), Tafakkur yay., Taşkent 2009, s.26.
[27] Ramazan Şeşen, “Buhârâ”, DİA, TDV Yayınları, Cilt: VI, s. 364.
[28] R.N. Frye, “Sâmânîds”, Cambridge History of İran, C.IV, Cambridge 1975, s. 136; C.E. Bosworth, “Sâmânîds” Eİ, C. VIII, Leiden 1995, s. 1026.
[29] Aydın Usta, Türkler ve İslamiyet İlk Müslüman Türk Devleti: Sâmânîler, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2020, s. 132
[30] Narşahi, Tarihi-i Buhârâ, (Çev. Ş. Kamaliddin), s. 73.
[31] Narşahi, Tarihi-i Buhârâ, (Çev. Ş. Kamaliddin), s. 75.
[32] Aydın Usta, “Sâmânîler”, DİA, C. XXXVI, TDV Yayınları, İstanbul 2009, s. 65.
[33] Narşahi, s. 76.
[34] Frye, s. 80.
[35] Mustafa Demirci, “Türk-İslam Medeniyetinin İkinci Dalgası: Orta Asya’da Gelişen Bilim ve Düşüncenin Dinamikleri (X-XIII.YY)”, S.D.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları No: 20, Bilimsel Toplantılar Serisi: 8, Eylül 2007 Isparta, s.77.
[36] Kurt, s. 195.