Bolşevik Devrimi Sonrası Türkistan ve Türkiye Münasebetleri
Feyzullah Raufhan*
*(İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tarih Bölümü- MAMER Akademik Kurul Üyesi)
Özet
Bu çalışmamızda Türkistan’la Osmanlı Devleti’nin son dönemi ve yeni kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkileri incelemeye çalıştık. 20. yüzyılda Rusların egemenliği altında olan Türkistan bölgesinin Bolşeviklerin hükümete gelme yıllarından Orta Asya Cumhuriyetleri’nin bağımsızlık yıllarının başına kadar olan dönemini irdeledik. Konumuzla ilgili kaynakları incelediğimizde bu dönemdeki ilişkiler hakkındakı bilgilerin oldukça fazla olduğunu gördük, araştırmamıza bunların önemli olduğuna kanaat getirdiğimiz bazılarını alıp, siyasi ve kültürel yönlerinden ele almaya çalıştık.
Bügün Türkiye tarihini öğrenilirken Orta Asya tarihini bilinmesi de lazımdır. Aynı şekilde Orta Asya tarihi de Türkiye’siz düşünülemez. Maveraünnehir, sonradan Türkistan ve Orta Asya bölgesiyle; Anadolu Türkleri, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti arasındaki münasebetlerin eskiden beri devam ettiğini biliyoruz. Bu makale vesilesiyle Türkiye’de bu konuda yapılmış bazı kaynakları inceledik. Yapılan çalışmalarda Türkiye ve Türkistan arasındaki ilişkilerden ziyade Kafkasya ve Rusya bölgeleri üzerine yapılan çalışmaların ağırlıklı olduğunu gördük. Türkistan’la ilgili araştırmalarda da tek taraflı bakışın ağırlıklı olduğunu; Orta Asya’da bu yönde yapılan çalışmaların ise az bilindiğini müşahade ettik. Orta Asya’da yapılan çalışmaların Türkiye’de tanıtılması karşılıklı ilişkilerin öğrenilmesi için önemlidir.
Türkiye’da basılan Zeki Velidi Togan’ın Hatıralar (İstanbul, 1969) adlı kitabı ve Ahat Andican’ın Osmanlı’dan Günümüze Türkiye ve Orta Asya (İstanbul, 2009) kitabı bu boşluğu dolduran bir kaç kitaptan birisidir. Araştırmamızda ağırlıklı olarak bu kitaptan ve ziyouz.com sitesinde yayınlanan makalelerden istifade ettik. Bu sitedeki Özbekistan tarihi ve edebiyatı ile ilgili sayısız kitaplar ve makaleler bana Özbekistan’daki çalışmalara ulaşmama yardım etti. Bu kaynaklardan topladığımız bilgileri iki başlığa ayırarak anlatmaya çalıştık.
Siyasi ilişkiler
Rusya’daki Bolşevik devriminin Osmanlı Devleti ve Türkistan arasındaki ilişkiye yol açtığını söyleyebiliriz. Devrim sonrası Osmanlıdaki İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticileri Türkistan bölgesinde de böyle bir cemiyet kurmaya giriştiler. Böylece Türkistan’da bağımsız bir hükümet kurulmuş ve bunun Osmanlı Devleti’yle birleşmesi sağlanmış olacaktı. Bunun ilk aşamasına Cemiyetin Kafkasya temsilcisi Hasan Ruşenî tarafından Mehmet Emin Efendizade’nin Türkistan’a gönderilmesiyle başlandı. Hasan Efendizade Türkistan’da İttihat ve Terakki adına çalışmalar yapmak ve Cemiyetin şubesini açmakla görevlendirilmişti. Efendizade Türkistan’da böyle cemiyet kuramadı. Türkistan cedidlerine katılıp, mahalli gazetelerinde çalışmaya başladı. İttihat ve Tarakkiperver Cemiyeti, Türkistan’a Ruslara esir düşüp kamplardan kaçıp gelen Türk subayları tarafından kuruldu. Cemiyetin açılmasıyla ilgili karar Taşkent’teki cedidçi liderlerden Münevver Kari’nin evinde alındı ve onaylandı.[1] Cemiyetin işleyişi Türkiye’deki cemiyetinin yapısıyla aynıydı. “Türkistan İttihad ve Tarakkiparvar Camiyati” diye adlandırılan bu kurumun başkanlığını eski Türk subaylarından Osman Bey yaptı ve 1918 yılı ortalarından Yusuf Ziya Bey bu görevi devam ettirdi. Cemiyet bölgede hızla gelişmeye ve üye sayısını arttırmaya devam etti. Bir yıl içerisinde sadece Taşkent’te üye sayısının üç binden fazla olduğu bilinmektedir.[2]
Bolşevikler hükümete geldiği yıllarda müstemleke altındaki devletlere belli sınırlar altında bağımsız hükümet kurma imkanı vermişti. Ardından Türkistan bölgesinde de bir kaç özerk hükümet kurulmuştu. Buhara Halk Cumhuriyeti, Hive Halk Cumhuriyeti, Türkistan Muhtariyeti gibi yeni kurulan hükümetler, milleti ve dini bir olan Osmanlı Devleti ile, daha sonra ise Türkiye Cumhuriyeti’yle yakın olmaya çalışmışlardır. 1917 yılı 9 Aralık günü Hokand şehrinde kurulan Türkistan Muhtariyeti 1918 yılı başlarında Abidcan Mahmud’u (Muhtariyetin milli ordusu kurmasında yardımcı olmakk ve eğitim verecek uzman istemek maksadıyla) Bakü’ye İttihat ve Terakki’nin Kafkas bölgesi sorumlusu Hasan Ruşenî Bey’in yanına gönderdi.[3] Enver Paşa’nın emri üzerine Azerbaycan’da çalışmakta olan yirmi subayı Türkistan Muhtariyeti talebini karşılaması için Türkistan Muhtariyeti’ne gönderilmesine karar verdiler. Bu subay grubunun yönetimini Yusuf Ziya Bey kendi üzerine almıştı. Ama bu grup Türkistan’a geldiğinde Türkistan Muhtariyeti’ni yok etmek için Bolşevikler Hokand şehrini yakıp yıkmıştı. Yusuf Ziya, subay grubunu geri göndermiş, kendisi İttihat ve Terakki’nin Türkistan temsilcisi olarak Taşkent’te kalmıştı.[4]
Türkistan’da İttihad ve Tarakkiperver Cemiyetinin hızla gelişmesi Yusuf Ziya Bey’in yaptığı faaliyetler neticesinde oldu. Türkistan’daki cedid aydınları Osmanlı Devleti’yle birleşme isteğini gündeme getirmeye başladılar ve Osmanlı’ya elçi gönderme işine giriştiler. Türkistan’ın çeşitli yerlerinden heyetler oluşturup Osmanlı sefiriyle görüşmek ve kendi isteklerini belirtmek için Moskova’ya gönderdiler. Osmanlı sefirinin yardımıyla İstanbul’a, halifenin huzuruna gideceklerdi. Heyet üyelerinden altı kişi Hokand Muhtariyeti’nin eski yöneticilerinden idi. Taşkent’ten Müftü Sadriddin Han, Ubeydullah Han, Semerkant’tan Hacı Merdankul, Fergana’dan Abidcan Mahmud, Mir Adil Mir Ahmed, Yessi şehrinden Said Nasir Mir Celil’lerden oluşan heyet ve Şir Ali Lapin önderliğindeki “Ulema Cemiyeti” vardı.[5] Bunlar, Moskova’ya gidip sefir Galip Kemali Bey’le görüştüler ve Türkistan’ın Osmanlı Devleti’yle birleşmek istediklerini ve bunun için on bin kişilik kuvvet gönderilmesinin yeterli olacağını ifade etmişler ve heyetin İstanbul’a ulaşmasına yardımcı olmasını istemişlerdi. Osmanlı sefiri Galip Kemali Bey birisi Hokand Hanı Hüdayar Han’ın torunu Nureddin Han olmak üzere iki kişiyi Batum yoluyla Osmanlı Devleti’ne göndermişti. Onlar İstanbul’da Talat Paşa, Enver Paşa, Nesim Bey gibi yetkililer ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez yönetim kurulu üyeleriye görüştüler ve Osmanlı Devleti başkentine gelme nedenlerini açıkladılar. Enver Paşa, Türkistan İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne mektup yazıp Osmanlı ordusunun çok yakında Hazar Denizi’nin karşı sahiline geçip Türkistan’ı kurtaracağını söylüyordu. Ama Birinci Dünya Savaşi sonucu itibarıyla Osmanlı ordusu Kafkasya’dan çekildi ve Türkistan için planladığı iş tersine gitti.
Zeki Velidi Togan‘ın Hatıralar adlı eserinden o dönem Türkiye ve Türkistan arasındaki münasebetlerdeki önemli hususları ve bilgileri öğrenebiliriz. Eserinde Türkistan’dan gelen bir mektup hakkında bilgi veriyor. Türkiye Cumhuriyeti tarafından gönderilen Teşkilatı Mahsusa’dan sayılan Kazım Bek ve Hint devrimçilerinden Bereketullah, Zeki Velidi’ye mektup yazıyorlar. Onlar Türkistan liderlerini Sovyetler’e her taraftan destek vermelerine davet ediyorlardı. Mektupta Osmanlı ordusunun Türkistan’da Ruslara karşı mücadele etme planı olduğunu, ama aynı anda Afğan ve Hint ihtilalcilerinin İngilizlere karşı savaş durumunda oldukları ve Sovyetler’den silah yardımı isteyecekleri, Sovyetlere karşı gelmenin Afğanistan ve Hint hareketlerine engel olabileceğinden korkuyorlardı.[6] Demek ki bir taraftan Osmanlı ordusu Türkistan bağımsızlığı için yardım vereceğini söylerken, Türkiye Cumhuriyetçileri Sovyetler’le işbirliği durumunda olduğu için Ruslara karşı gelmekten çekiniyorlardı. Mehmet Kazım Bey emrindeki Teşkilat-ı Mahsusa grubuyla Buhara Emirliği ve Türkmen gruplarını Aşkabat’ta bulunan İngiliz kuvvetlerine karşı mücadele etmeye çağırıyordu. Bunu yanında Hive Halk Cumhuriyeti’ne karşı olan Cunaid (Cüneyd) Han ile Sovyetler arasında barış olmasını istiyordu.[7] Teşkilatı Mahsusa grubu Türkistan’da Sovyet hükümeti isteğiyle ve o rejime göre iş yapıyordu. Kazım Bey Türkistan’da yaptığı işlerden dolayı Bolşevikler’den büyük takdir görmüştü ve onu Sovyetler’in doğu siyasetindeki lideri olarak övmüştü.
Türki Cumhuriyetler’deki komünist partilerinin merkezi Taşkent olduktan sonra parti vekilleri burada toplanmaya başlamışlardı. 1920 yılı başlarında Taşkent’te Türkistan Komünist Partisi’nin Üçüncü Kongresi’ne Türkiye Komünist Teşkilatı Başkanı Mustafa Suphi de katılmıştı. Kongrede görüşülen konular arasında Türkistan Cumhuriyeti isminin “Türk Cumhuriyeti” olması da vardı. Mustafa Suphi Taşkent’te Doğu Türk komunist halklarını bir araya getirmek ve merkezi yönetim sistemi kurmak için “Beynelmilel Şark Tebliğat Şûrası” nı kurdu. Çin, Kaşgar, Buhara, Hive, İran ve Türk komünist teşkilatları katılımıyla açılan bu teşkilat Türkistan sınırlarında da bürolarını açmaya başladı.[8] Ardından Rus Komünist Partisi Merkez Komitesi kararıyla Taşkent’te bütün Doğu ülkeleri komünist teşkilatlarını birleştiren “Doğu Komünist Teşkilatı” kuruldu. Mustafa Suphi bu teşkilatın Türk Bölümü başkanı oldu.
Bolşevikler Türkistan bölgesi ve güneyde Afganistan’da kendine rakip olmaya başlayan İngilizlere karşı hareket etmeye başladı. Bunun için Türk komutanlarından da istifade etti. 1920 yılı yaz aylarında Türkistan’a gelen Cemal Paşa Türkistan Askeri Komutanı Frunze tarafında törenle karşılanmıştı. Cemal Paşa, Türkistan liderleri arasında Afganistan’daki Hint muhaliflerini ve Afgan liderlerini İngiliz İmparatorluğu’na karşı mücadelelerine yardım etme hususunda propaganda yapmak ve bununla Bolşeviklerin o bölgedeki İngiliz gücünü kesmeleri için yaptığı planı başarmış oluyordu. Racı Çakıröz’un hatıralarına[9] göre Cemal Paşa’nın başka bir planı da vardı. Hindistan’la ilgili çalışmaları başarılı olursa, Türkistan’da Ruslara karşı isyan başlatmak istiyordu. Onun için Türk subaylarını Buhara Emirliği’nde, Hive Halk Cumhuriyeti’nde ve Fergana bölgesinde bulunmalarına ikna etmişti.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1920 yılının sonlarındakı toplantıda Mustafa Kemal Paşa yaptığı konuşmada Rusya içindeki ve Orta Asya’daki Müslüman toplulukların öneminden bahsetmişti ve Tevfik Rüştü Bey, İsmail Suphi Bey, Besim Atalay Bey ve Fuad Beyler Vazaif-i Mahsusa (özel görevlerle) gönderilmesini teklif etmiş ve oy birliği ile kabul edilmişti. Onların içinde İsmail Suphi Bey, 1921 Temmuzu sonlarında Türkistan’a gelmişti.[10] İsmail Suphi Bey Buhara’da siyasi güçlerle görüşüp TBMM’de alındığı karara göre Buhara ve Ankara arasında siyasi ilişkiler kurmayı teklif etmiş ve o sene Eylül ayında Ankara’ya dönmüştü.
Mustafa Kemal Paşa’nın bu hareketi Türkiye’de Cumhuriyet kurulması yolunda yapılması gereken işlerden biriydi. Bu davete cevaben Buhara Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca ve onun hükümeti, Afganistan ve diğer Sovyet Türk Cumhuriyetleri gibi kendi elçilerini de Türkiye’ye göndermişti. Buhara’dan iki temsilci, Recep Bey ve Naziri Bey’ler 1922 yıl 7 ocak günü Mustafa Kemal’la görüştüler. Buhara’da bir Türkiye elçiliği açılması hususunda Buhara’nın isteğini belirttiler ve getirdikleri Emir Temur döneminde istinsah edilmiş Kuran-ı Kerim ve özel yapım üç adet kılıçtan oluşan hediyelerini sunmuşlardı. Mustafa Kemal kılıçlardan birini kendisine, birini İsmet Paşa’ya, üçüncüsünü de suvari zabiti Eşref Bey’e vermişti.[11] Bundan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Buhara’ya elçilik gönderme kararı aldı. Buhara sefiri için Konya Valisi Galip Paşa, müsteşarlığa Ruşen Eşref Bey, askeri ataşeliğe Binbaşı Rahmi Apak tayın edilmişti.[12] Ama Buhara’da durumlar tamamen değişmişti. Buhara’ya gelen Enver Paşa Türkistan’lı milli mücadelecilerine katılmış ve Buhara Cumhurbaşkanı Osman Hoca da isyan edenler tarafında geçmişti. Rus Bolşevik Hükümeti, Ankara ile Buhara arasındaki diplomatık münasebetlere karşı çıkmaya başladı. Ankara’da bulunan Buhara elçilik heyetini de Moskova’ya çağırtırıp öldürmüşlerdi. Neticede Ankara’nın elçilik heyeti iptal olmuş oldu.
Türkistan’ın Türkiye’yle siyasi ilişkilerin en önemli noktalarında biri Enver Paşa’nın o bölgede yaptığı faaliyetlerdir. Enver Paşa’nın Buhara’ya gelmesi 16 Ekim 1921 tarihinde olmuştu. Paşa, Buhara hükümeti tarafından sıcak karşılandı. Buhara’da görev yapan Türk subaylarıyla görüştü. Enver Paşa Sovyet Rusya Halk Komiserliğine yazdığı bir mektupla “Buhara’nın yardımıyla İslam Asya’sını İngiliz emperyalizminden kurtarabileceğini” belirtmişti.[13] Onun ilk şartı Buhara Halk Cumhuriyeti topraklarından Sovyet ordusunu çekilmesiydi. Enver Paşa bu mektupta Buhara ile Sovyet Rusya hükümeti arasındaki görüşmelerde Buhara halkını temsil etmeye hazır olduğunu yazmıştı. Bu Buhara’nın bağımsız bir devlet olması anlamına geliyordu. Sovyet liderleri buna karşı çıktılar, Paşa’nın ittihatçi arkadaşları Nuri Paşa, Küçük Talat Paşa, Cemal Paşalar da Enver Paşa’nın bu davranışıyla Ruslara karşı bir hareket başlatmasına kesinlikle karşı çıktılar. Enver Paşa kendisine karşı oluşan siyaseti hissetmiş ve Milli İstiklal Hareketleri’ne katılmaya karar vermişti. Enver Paşa bazı küçük gruplarla birlikte hareket etmek için anlaşmalar yaptı. Afganistan Emiri’ne, eski Buhara Emiri’ne ve Milli İstiklal Hareket liderlerine mektuplar yazmıştı. O bölgedeki en güçlü korbaşılardan yaklaşık on beş bin taraftarı olan İbrahim Bek Lakay Enver Paşa’dan şüphelenip tutuklamıştı.
1922 yılı Ocak ayında eski Buhara Emiri Alim Han’dan gelen bir mektup Enver Paşa’nın kurtulmasına sebep oldu.[14] Afgan Emiri Amanullah Han, Alim Han’a baskı yaparak Enver Paşa’nın kurtulması için mektup yazmasını istemişti. İbrahim Bek, Paşa’yı serbest bırakıp birlikte savaşacağına söz vermişti. Enver Paşa bundan sonra tüm Türkistan bölgesini Ruslara karşı savaşmaları için cihada davet etti. Paşa’nın ilk başarısı Duşenbe şehrini ele geçirmesi oldu. Ruslara karşı savaşmak için İngiltere’den bile yardım istemiş, ama olumsuz cevap almıştı. Enver Paşa’ya Fergana bölgesindeki hareket liderlerinden Şir Muhammed Korbaşı’nın da katılması Rusya hükümetini korkutmuştu.
Polonya’da yürüttüğü savaşı hallettikten sonra Sovyet hükümeti, Türkistan’daki Milli İstiklal Hareketlerine karşı ciddi hazırlıklar görmeye başladı. İlk olarak Buhara Emiri Alim Han taraftarlarıyla Enver Paşa arasına fitne soktular ve başarılı oldular.[15] Enver Paşa güçsüzleşmeye başladı. Paşa 4 ağustos 1922 yılında Duşenbe şehrine yakın Abdere bölgesinde Rus saldırısında şehit oldu.
Bolşeviklerin Türkistan bağımsızlık hareketlerine ve halka karşı yürüttüğü sert politikalardan dolayı halkın belli bir kısmı başka ülkelere göç etmeye başlamıştı. Göçen halkın çoğu tabiiki Türkiye’ye gelmek istiyordu. Türkistanlıların Türkiye’ye göç etmesi İkinci Dünya Savaşı sonunda başlamıştır. Almanya’da kurulan Türkistan Lejyonu askerleri, Türkiye’ye 1947-1949 yıllar arasında (Türkistanlıların çoğunlukla yaşadığı İstanbul, İzmir, Adana gibi büyük şehirlere) yerleşmişlerdir. 1930’lu yıllarda Kuzey Afganistan yoluyla Türkiye’ye geçmek isteyen Türkistanlılar, 1950 yılında iktidara gelen Menderes’in göç izin vermesine kadar Afganistan’da hayatlarını sürdürmüşlerdi. 1952 Mayıs’ında alınan Bakanlar Kurulu kararı ardından iki büyük grup halinde Pakistan ve Basra Körfezi üzerinden, Irak yoluyla Türkiye’ye getirilmişler ve Adana bölgelerine yerleştirilmişlerdi.[16]
Türkistan’ın 1925’ten sonra yaklaşık 75 yıl Türkiye ile münasebetlerinde kopukluk olduğu bilinmektedir.Bu dönemde karşılıklı olarak ciddi bir ilişki olamamıştır. Orta Asya Türk Devletlerinin bağımsızlığını yeni kazandığı yıllarda Türkiye’yle ilişkiler yeniden canlanmaya başladı. Türkiye, Orta Asya Türk Devletleri’nin bağımsızlığını tanıyan ilk devletlerden oldu. 1991-1993 tarihleri arasında Orta Asya, Azerbeycan ve Türkiye devlet başkanları yedi kez bir araya geldiler. Turgut Özal ilk Orta Asya gezisine Mart 1991’de çıktı ve Nisan 1993’te son gezisinden döndükten kısa bir süre sonra vefat etti. Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel’in 1992’de Nisan sonu ile Mayıs başı arasında Orta Asya’ya yaptığı on günlük ziyaret esnasında anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmaya göre Türkiye her Cumhuriyete iki bin kişilik burs (orta öğrenim için altı yüz, yüksek öğrenim için bin dört yüz) vermeye ve ayrıca Özbekistan için 500 milyon dolar kredi vermeye karar vermişti. Anlaşmayla Avrasya TV programlarının ve radyolarının da Orta Asya’da yayınlanmasına karar verildi.
10 Mayis 1992’de Aşkabat’ta yapılan toplantıya Kazakistan, Kırgizistan, Türkmenistan, Özbekistan, İran, Türkiye ve Pakistan’dan yetkililer katıldı. Taraflar bir Trans-Asya ana demiryolunun inşaasına, 1995’e kadar Tecen-Sarahs-Meşhed demiryolunun tamamlanmasına ve Kazak-Çin sınırındakı Drujba istanyonunun geliştirilmesine karar verdiler. Türkmenistan’dan çıkıp İran ve Türkiye üzerinden Doğu Avrupa’ya uzanacak olan bir doğalgaz boruhattı ile İstanbul’dan Tahran, İslamabad, Aşkabad, Taşkent, Bişkek ve Almatı’ya uzanacak bir otoyolun yapılması da onaylandı.[17] Bu anlaşmalar büyük ölçüde yerine getirildi. Türkiye, Dişişleri Bakanlığı’nın yanı sıra kurduğu TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı)’na Azerbaycan ve Orta Asya’yla olan çok yönlü ilişkilerin düzenlenmesi, finanse edilmesi ve denetlenmesi görevini verdi.
Profesör Kemal Karpat bu dönemdeki ilişkileri farklı düşünüyor.[18] Ona göre Türkiye’nin Orta Asya’ya en yoğun girişimleri Başkan George Bush’un Şubat 1992’de başladı. Kültürel ve ekonomik açıdan (ABD’nin bir kısım finansman katkısıyla) en iyi biçimde konumlanmış olan bir ülke durumundaki Türkiye’yi, (Orta Asya Cumhuriyetlerinin kalkınmasına yardım etmek ve İran köktendinciliğini köşeye sıkıştırmak için) desteklediğini belirtmesinin ardından gerçekleşti. Rusya bile, bir süre için (İran köktendinciliğini bölgede bir tutunma noktası elde etmesini engellemek umuduyla) Türkiye’nin Orta Asya’daki eğemenliğini kabullendi.
Türkiye’yle olan ilişkiler 1994’de zayıflamaya başladı. Türkiye, Orta Asya ekonomilerinin hızla büyüyen gereksinimlerini karşılayacak veya yerli endüstri ve idari mekanizmaların modernleşmesine yardımcı olacak personeli hemen temin etmeyi başaramadı.
Orta Asya devletlerinin bağımsız olması Türkiye’nin Türki ulusların lideri olabileceği umudunu doğurdu. Avrupa ile ABD’nin (geçici olarak Rusya’nın) Türkiye’yi Orta Asya için (devlet yapısı, ekonomik kalkınma ve demokrasi) modeli olarak kabul etmeleriyle Türkiye’nin bölgedeki faaliyetleri yoğunlaştı. 1992’den 1993’ün başına kadar olan kısa bir dönemde Türkiye yeni devletlerin liderlerinden övgüler aldı, hatta adeta göklere çıkarıldı.
Kültürel İlişkiler
Orta Asya halklarıyla Türkiye halkı arasındaki edebi ilişkiler eski zamanlara dayanır. Bu ilişkiler birinci Rus Reformu senesi ve 1925 yılları arasında siyasi değişmeler sayesinde yine farklı yönlerle gelişmeye başladı. Sovyet döneminde bu ilişkileri, Orta Asya halkını panturkistik mefküre altında zehirlemeye çalıştı, diye yanlış anlatılıyordu. Orta Asya Cumhuriyetleri bağımsızlığına kavuştuktan sonra o dönem edebiyatı hâlis öğrenilmeye başladı. Özbek edebiyatında Türk edebiyatı ve basını belirli bir şekilde tesir ettiği açıkça söylenmeye başlandı. Özbek basınında Türk şairlerinin şiirleri tercüme ettirilip basıldı. O dönem edebiyatı ve Özbek-Türk edebi ilişkileri tarihi, araştırılması gereken konulardan biridir.
Rus reformu ve 1908-1913 yıllardaki İran ve Türkiye reformu ardından Türkistan topraklarına Rusya, İdil-Ural bölgeleri, Kırım Kafkas ve bununla birlikte Doğu halklarının da edebiyatı ve basını girmeye başlıyor. Mısır’dan Al-Hilal, Çehrename, Hindistan’dan Hablu’l Metin, Türkiye’den Serveti Fünun, Malumat, Afganistan’dan Siraju’l Ahbar gibi gazete ve dergiler, Türk şair ve aydınlarından Abdülhak Hamid Tarhan’ın insan sevgisini gösteren “Makber”, Tevfik Fikret ve Muhammed Emin Yurdakul’un (batının istilacı ve sömürgeci hareketlerine karşı yazdıkları) yazıları girmeye başlıyor. Mesela, Namık Kemal’ın “Vatan Yahut Silistre”, Abdülhak Hamid Tarhan’ın “Hint Kızı” gibi tiyatro eserleri, Tevfik Fikret’ın “Rübab-ı Şikeste”, Muhammed Emin Yurdakul’un “Türk Sazı”, “Ey Türk Uyan!”, “Ordunun Destanı” gibi eserleri yayılmaya başlamıştır.[19]
Buhara’da sadece yurtdışından gelen kitapları toplamak için “Marifet” adında kütüphane kuruldu ve bu kütüphaneye İstanbul ve Rusya’da basılan çeşitli eserler, gazete ve dergiler toplanıyordu. İstanbul’da okuyan Buharalı öğrenciler kendileri için önemli bildikleri eserleri Buhara’ya gönderiyorlardı.
Türkistan bölgesinde Tatar, Azarbeycan tiyatro oyunları gösteriliyordu. Oyunlar arasında Türk yazarlarının eserlerini de canlandıran tiyatro gösterleri de oluyordu. Özellikle oyunda Sovyet mefküresine uyan eserler seçiliyor, Osmanlı dönemindeki ağır hayattan bahseden eserler gösteriliyordu. Mesela, Namık Kemal’ın “Aşk Belası” komedisi 1904 yılı 4 Nisan’da Taşkent’te Subay G.Yenikev evinde Tatar oyuncular tarafından oynanmıştı.[20]
Fıtrat, İstanbul’da yaşarkan Osmanlıca ve Farsça Munazare, Seyyâh-ı Hindî, Sayha gibi eserler yazıp İstanbul’da bastırıyor, Türkiye basınında da onun makaleleri çıkıyordu. Onlardan birisi Teârufı Muslimin dergisinde “Buhara Veziri Nasrullah Bek Pervaneçi Efendi Hazretlerine açık mektup” adlı Farsça makalesidir.[21] O makalelerinde Buhara’nın son dönemlerde sosyal ve iktisadi taraftan geri kaldığını, cehaletten kurtarılması için oradaki eski okul ve medreselerin ıslah edilmesi gerektiğini önemle belirtiyordu.
Özbek edebiyatçı Profesör Neim Kerimov Çolpan, “Azad Türk Bayramı” şiirini Türk ordu marşlarından etkilenip yazdığını söylüyor.[22] O dönemlerde Türkistanlılar arasında Türk marşları meşhurdu, hep dinleniyordu. Türkistanlıların Ruslara karşı inkilabî olarak ayaklanmaları için de insanı savaşa davet eden bu gibi marşlar kullanılıyordu.
Fikret’in “Çin Seviş” ve “Hint İhtilalcileri” (1920-1921) tiyatro eserleri Türk şairi Abdülhak Hamid Tarhan’ın Hindistan’daki İingiliz sömürgecilerine karşı yazılan “Hint Kızı” (1875) eseri arasında anlam yakınlığı vardır. Fıtrat, Türkiye’de okurkan Abdülhak Hamid Tarhan’la görüşmüş olabilir. Fıtrat’ın kız kardeşi Mehbuba Rehim kızının kendi hatıralarında yazdığı bilgiye göre Fıtrat bu şiiri okup çok etkilenmiştir. Eserde anlatılan Hint ülkesi ve halkının geleneklerini kendi gözüyle görmesi için Türkiye’den memleketi Buhara’ya dönerken önce Hindistan’a gitmiş. Hindistan’da Hint halkının İngilizlere karşı nasıl tepki verdiklerini, içlerindeki nefreti görmüş ve Türkistan hayatıyla kıyas etmiş.[23]
Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”, “Celaleddin Harezm Şah”, Abdülhak Hamid Tarhan’ın “Tarık” “Hint Kızı”, Tevfik Fikret’ın “Kıt’a” gibi eserleri o dönemde Özbekçe’ye tercüme edildi. Muhammed Emin Yurdakul “Ey Türk Uyan!”, Tevfik Fikret’in “Millet Şarkısı” gibi şiirleri Türkistan Muhtariyeti kana batırıldığı dönemlerde Fıtrat, Çolpan, Mağcan Jumabay gibi Özbek ve Kazak aydınların şiirleriyle birlikte şarkı olarak söylendi. Tarihi eser sayılan “Celaleddin Harezm Şah” adındakı 15 perdelik tiyatro oyunu 1998 yılında Taşkent’te 5 perde olarak Özbek oyuncuları tarafından oynandı ve büyük itibar kazandı.
Abdülhamid Çolpan Tevfik Fikret’ın vefatı ardından “Merhum Tevfik Fikret” (1920) adlı makaleyi yazdı.[24] Makalede Fikreti yeni türk edebiyatının esasçılarından birisi olarak görüp “osmanlı yeni edebiyatçıların piri ve ustadı” diye söylemiştir.
Yine bir Türkistan aydını, edebiyat tenkitçisi Vedud Mahmut, “Bugünkü şiirlerimiz ve sanatçılarımız” (1925) adlı makalesinde[25] Özbek ve Türk edebi ilişkilerinin tarihinden ve geleceğinden bahsetmiştir. Makalesinde “Türkistan’ın yeni edebiyatı Türkiye edebiyatından etkilenerek başlamıştır” diyerek “Türkistan, Kafkasya, Kırım her zaman Türkiye’yi örnek alıyorlar, eskiden Nevai dönemi edebiyatından Türkiye edebiyatı etkilenmişti, şimdi ise Türkiye edebiyatı bizimkinden güçlü, onlardan örnek almamız” demiştir.
Fıtrat İstanbul’da “Buhara Talimi Maarif Cemiyeti”[26]ni kurmuş ve bu cemiyet Buhara ve Türkistan eğitim sistemini gelişmesi için önemli işler yapmıştır. Bu cemiyetin bir amacı da Türkistan gençlerinin İstanbul, Berlin ve Moskova gibi şehirlerde eğitim almaları için altyapı hazırlamak idi.
Bu gibi sıcak ilişkiler Sovyet mefkuresine ters düşmeye başladıkdan sonra ve 1925 yılı Ağustos ayında edebiyatla ilgili çıkan kanunun ardından azaldı. 1927 yılında Semerkant şehrinde Özbek aydınları kurultayı oldu ve basında Türkiye’nin milli ruhtaki yazılarının çıkması yasaklandı. Bu eserler artık kötülenmeye başlandı. Onun yerine Sovyet mefkuresine yakın olan Türk yazarlarından Nazım Hikmet, Orhan Asıf’ın eserleri Türkistan halkı arasında propaganda edilmeye başlandı.
Türkistan’da açılmaya başlayan cedid okullarının gelişmesinde Türkistan’da bulunan Türk subaylarının hizmetleri büyüktür. Bu subaylar Ruslara esir düşüp önce Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası’na götürülmüştüler, sonra da Sibirya’daki Krasnoyarsk, Tobolsk, Vetluga, Kostroma, Simbirsk, Novgorod, Volog gibi kamplara nakletmişlerdi. Rusya’da 1917 Şubat devrimi başlayınca bazı esirler kaçmaya başarmışlar, Türkiye’ye dönmeleri tehlikeli olduğu için Türkistan’a gitmeyi tercih etmişlerdir.
1917 Ağustos’unda Vetluga esir kampından kaçan Osmanlı subayları Teğmen Süleyman Sami (Tevfik), Yüzbaşi Ali Riza, Mülazim Münir Paşabahçe ve Mülazim Bosnalı Salih Kesriler 21 Ekim günü Taşkent’e geldiler.[27] Türkistan cedid aydınlarından Münevver Kari onları karşılayıp Türkistan maarif sahasına hizmet etmeleri için görevlendirdi. Bu arada yeni katılan Türk askerlerle sayıları artmaya başladı. Onlar ilköğretim okulları açarak ders vermeye başladılar. Krasnoyarsk esir kampından kaçarak 1918 yılı başlarında Taşkent’e gelen Racı Çakıroz kendi anılarında[28], Türkiye’li subayların “Numune Mektebi”, “Turan Mektebi”, “Muhtariyet Mektebi”, “İrfan Mektebi” gibi okullarda ders verdiklerini söylüyor. Cemal Paşa’nın Türkistan’dan Enver Paşa’ya yazdığı bir mektupta, Osmanlı subaylarının çok sayıda eğitim okulu ve üç adet öğretmen okulu açılmasına büyük katkı sağladıklarını belirtir ve Mustafa Kemal Paşa’ya Türkiye’den Ruşen Eşref Bey’le birlikte bir-ikisi hanım olmak üzere öğretmenler göndermesini çok faydalı olacağını söyler.[29] Bu dönemlerde Münevver Kari ve Behbudi’nin eğitim faaliyetleri Türk subaylarının yardımıyla daha güçlenmişti. Andican şehrinde açılan “Darü’l Muallimin” okulunda Aydınlı Saadettin Bey, İzmirli Mühendis Hilmi Bey ve Bekir Çavuş ders veriyorlardı. Margılan şehrindeki okulu ise İbrahim Hilmi Bey idare ediyordu.
Orta Asya’da alfabe meselesinin tarihi Türkiye’yle ilişkiyi öğrenmemiz açısından önemlidir. Orta Asya 1928-1930 döneminde Latin alfabesini kendilerine göre uyarlayarak kabul etti ama Sovyet yönetimi bunların yerine 1940’ta Türk fonetiğine uygun olmayan Kiril alfabesini getirdi. Sovyetler açıkça, Türkiye ile Orta Asya arasında ortak olan bir alfabenin Pantürkçü edebiyatın gelişmesinde yol açabileceğinden korkuyordu.
Ortak bir alfabe benimseme önerisi 1989 kadar yakın bir tarihte eşzamanlı olarak Türkiye’de ve Orta Asya’da akademisyenler, aydınlar ve gazeteciler tarafından dile getirildi ve yönetimler tarafından da desteklendi. Türkiye, Kazakistan, Azerbeycan, ve Özbekistan’da çeşitli uluslararası konferanslar düzenlendi. Ankara’da bir kaç ay çalışan ve ilk Türk dilleri sözlüğü üreten uluslararası bir komite kuruldu. Sonuçta kabul edilen otuz dört harfli Latin alfabesi, her dile uygun ek harflerle birlikte Türkiye’de kullanıldı. Bu alfabe 1993’de Azerbeycan’da, Nisan 1993’te Türkmenistan’da (tam uygulamaya 1996’da geçildi), Eylül 1993’te Özbekistan’da kabul edildi. 1995 tarihinden itibaren bütün Orta Asya devletleri (Tacikistan dışında) Latin alfabesini kabul etmeye başladılar.
Bibliyografya
Abdürreşidhanov, Münevver Karı. Hatıralarımdan, Taşkent: Şark Matbaası, 2001.
Andican, A. Ahat. Osmanlı’dan Günümüze Türkiye ve Orta Asya, Doğu Kitap, İstanbul, 2009.
Aslan, Yavuz. Türkiye Komünist Firkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi. Türk Tarih Kurumu, 1997.
Azamhocayev, Said Akbar. Türkiston Muhtariyeti. Manaviyat, Taşkent, 2000
Buharalı Abdurauf. Buhara Veziri Nasrullah Bek Pervaneçi Efendi Hazretlerine açık mektup. Taârufi Muslimin Dergisi, 25 sayı, Cild 2, 1910.
Çakıöz, Raci. Çarlık ve Bolşevik Rusya’da 10.yıl / yay.haz. Rana Çakıröz, Tarihi Araştırmalar Vakfı, İstanbul 1990.
Çolpan, Abdulhamit. Merhum Tevfik Fikret. İştirakiyan Gazetesi, 1920, 10 Ocak sayısı.
Erşahin, Sayfettin. Buhara’ da Cedidcilik-Eğitim Islahatı Tartışmaları ve Abdurrauf Fıtrat (XX. Yüzyıl Başları), Dini Araştırmalar, Ocak- Nisan 1999.
Karpat, Kemal Haşım. Türkiye ve Orta Asya. Çev. Hakan Gür. İmge Kitapevi Yayınları, 2003.
Mahmut, Vedud. Bu kungi şiirlerimiz ve sanatkarlarimiz. Maarif va Oqutğuçi Dergisi, 1925, Sayı 5.
Togan, Zeki Velidi. Hatıralar. Hikmet Gazetecilik, İstanbul 1969
Togan, Zeki Velidi. Bügünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarih, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1981.
[1] Münevver Karı Abdürreşidhanov, Hatıralarımdan, Taşkent: Şark Matbaası, 2001. s. 22.
[2] Ahat Andican, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye ve Orta Asya, İstanbul: Doğu Kitap, 2009. s. 331.
[3] Said Akbar Azamhocayev, Türkiston Muhtariyeti, Taşkent: Manaviyat, 2000, s. 94.
[4] Münevver Karı Abdürreşidhanov, a.g.e. 2001. s151.
[5] Ahat Andican. a.g.e. s. 334.
[6] Zeki Velidi Togan, Hatıralar, İstanbul: Hikmet Gazetecilik, 1969, s. 240
[7] Zeki Velidi Togan, Bügünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarih, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1981. s. 240
[8] Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Firkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1997, s. 76.
[9] Raci Çakıröz, Çarlık ve Bolşevik Rusya’da 10.yıl, İstanbul: Tarihi Araştırmalar ve Dokümantasyon Merkezleri Kurma ve Geliştirme Vakfı, 1990. s. 67.
[10] Togan, Hatıralar. s.375.
[11] Ahat Andican. a.g.e. s.394.
[12] Mustafa Çokayoğlu, Merhum Enver Paşa Hakkında Hatıra Parçaları, Yaş Türkistan”dan Seçilmiş Makaleler adlı eser içinde, İstanbul: Ayaz Tahir Vakfı, 2006. s.467.
[13] Togan, Hatıralar. s.265.
[14] Togan, Hatıralar. s.402.
[15] Ahat Andican. a.g.e. s. 410.
[16] Ahat, Andican. a.g.e. s. 502.
[17] Kemal Karpat, Türkiye ve Orta Asya. /Çev. Hakan Gür. İstanbul: İmge Kitapevi Yayınları, 2003. s.323.
[18] Kemal Karpat, a.g.e. s. 240.
[19] Şerali Turdiyev, Hayatbahş alâkalar (özbek ve türk edebi alâkaları rivojlanişi tarihinden), Cahan Edebiyatı Derg, Taşkent, 2011, sayı 1. (ziyouz.uz sitesinden alındı).
[20] Şerali Turdiyev. a.g.m.
[21] Buharalı Abdurauf, Buhara Veziri Nasrullah Bek Pervaneçi Efendi Hazretlerine açık mektup. Taârufi Muslimin (Ahmet Taciddin dergisi), 25 sayı, Cild 2, 1910. s.10
[22] Şerali Turdiyev. a.g.m.
[23] Şerali Turdiyev. a.g.m.
[24] Abdulhamit Çolpan. Merhum Tevfik Fikret. İştirakiyan Gazetesi, 1920, 10 ocak sayısı.
[25] Vedud Mahmut. Bu kungi şiirlerimiz ve sanatkarlarimiz. Maarif va Oqutğuçi Dergisi, 1925, Sayı 5. (e-tarix.uz sitesinden alındı)
[26] Sayfettin Erşahin kendi makalesinde bu cemiyeti “Buhara Tamimi Maarif Cemiyeti” diye adını farklı veriyor. Bakın: Seyfettin Erşahin, Buhara’ da Cedidcilik-Eğitim Islahatı Tartışmaları ve Abdurrauf Fıtrat (XX. Yüzyıl Başları), Dini Araştırmalar, Ocak- Nisan 1999, c. 1, s. 237.
[27] Ahat Andican, a.g.e. s. 324.
[28] Raci Çakıöz, a.g.e. s. 48.
[29] Ahat Andican. a.g.e. s. 369.